20 Eylül 2015 Pazar

BLOG SERGİ

VOLKAN ERAY- DONDURULMUŞ

''Türk filmleri uzun uzun televizyon karşısında zaman geçirdiğim depresif dönemlerimde iyi bir antidepresan oldu.''

İlk online sergimizi Volkan Eray'ın (babstomorrow), Türk filmlerini seyrederken gelişigüzel dondurduğu karelerden oluşan 'Dondurulmuş' fotoğraflarıyla açmak istedim. Volkan Eray'ı Instragram'da keşfettim. Bildiğim-bilmediğim Türk sineması filmlerinden keyfince kareler donduruyordu. Dondurduğu sahneler filmin anlatısının içinden garip biçimde sıyrılıyor, kendilerine ait bir varlık kazanıp resimleşiyorlardı. Sözkonusu filmle ilgili, filmin de, oyuncuların da, yönetmenin de bilmediği birşeyler açığa çıkıyordu bu 'gelişigüzel' müdahalelerden. Gelişigüzel diye birşeyin olmadığını varsayacak, seyredenin gizli bilgisine (sezgisine) güvenecek, 'depresyonu'nu da mahfuz tutacak olursak bu karelerin kompozisyon, konu, niyetlenmemiş mizah, 'tekinsiz' faktörü vb. vb. açısından ne kadar zengin olduğunu görebiliriz. Bu 'dondurulmuşlar'da, filmlerin barındırdıkları ama her zaman açığa çıkarmadıkları hayaletler geziniyor. Eray'ın yüzü aşkın karesinden küçük bir sergi dolduracak kadar seçtik. Daha da aşağıda, bu bloga sık sık konuk olacak Selim Eyüboğlu'nun konuyla ilgili bir de yazısını bulacaksanız.







Türk sinemasından tesadüfen seçilmiş film karelerini bir arada görmek bir dizi çağrışım yaratıyor: Rene Clair’in ‘Paris Qui Dort/ Uyuyan Paris’ adlı sessiz filminde bir grup kaşif Paris'e uçakla indiklerinde herşeyi 'durakalmış' bulurlar. Çılgın bir bilim adamı özel bir ışınla dondurunca arabalar cadde ortasında kalakalıyor, hatta intihar etmeye kalkışan bir adam yerçekimine meydan okurcasına havada asılı duruyor. İlk başta bu durumla çok eğlenen, ancak bir süre sonra sıkılan bu grubun dikkatini bir dizi ayrıntı çekiyor: donma anları her zaman sıradan hayatın akışı içinde gözden kolaylıkla kaçan  suç unsurlarını görünür hale getiriyorlar. Kaşiflerden biri, sevgilisini başka biriyle aldatma anında hereketsiz kalakalıyor, bir hırsız başkasının çebinden cüzdanını çalarken donuyor.
Filmlerin ‘dondurulan’ kareleri de benzer bir durum ortaya koyuyor. Bu kareler filmlerin öyküsel anlatımının içinde bir nevi zapturapta alınmış, sesleri kesilmiş olan bir anlatı parçacığının bağımsızlığına kavuşup kendi adına konuşabilmesi gibi bir duygu yaratıyorlar. 

Volkan Eray’ın ‘Dondurulmuş’ karelerine baktığımızda ise – ki bunlar rasgele filmlerden seçilmiş rasgele kareler - bir anlamda ‘found object/ bulunmuş nesne‘ gibi, kendi adına konuşabilecek, konuşabilen mise-en-scène’lerle karşı karşıya kalıyoruz. Rasgele seçme süreci kareleri seçerken de devam ediyor, bazıları diğerlerini gölgede bırakıyor. Sözgelimi Banu Alkan’ın kısmen çıplak teni üzerinde mavi iskambil kağıtlarını bastırcasına tutarken kıpkırmızı ruj sürülmüş dudaklarından sigara dumanlarının yukarı doğru süzülüşü, strip poker, metreslik, hatta Banu Alkan ekran personasını borçlu olduğumuz kadrajda görülmeyen başka herşeyi akla getiriyor. Ahu Tuğba‘nın erkekler hamamı gibi bir mekanda peştemalini teşhir edercesine açan bir adamın penisine bakarken ki hali ise yüzyıldır neredeyse taşa kazınmış sinema kurallarını ihlal ediyor. Ancak Ahu Tuğba’nın bu bakış anı kaideden çok istisnai bir durumun; sinemanın bilinçdışının su yüzüne çıkışının da anı. 
Tıpkı 'Paris Qui Dort' filmindek hayatın donuşu gibi, durdurulan kareler belki de gereğinden fazla yorumlamaya sebebiyet veren ama bu yorumlamaya da çanak tutan; bir bakıma alelade, ancak diğer yandan da her zaman röntgenciliği kışkırtan paradoksal bir yere sahip.
Anne Friedberg ‘Window Shopping/ Vitrin Bakma’ adlı kitabında ‘Paris Qui Dort’u Walter Benjamin’in ‘fotoğrafın optik bilinçdışı’ kavramı üzerinden okuyor: Tıpkı Paris Quit Dort’daki donma anlarında olduğu gibi, fotografın da kolaylıkla gözden kaçabilen ancak gerek kadraj, gerek bakış açısı, gerekse enstantane olarak yakalanan; yakalandığında da tüm tekinsizliğiyle burnumuzun dibinde olup biten birçok şeyi farklı bir gözle görmemizi sağlayan bir özelliği war Walter Benjamin’e göre.