skip to main | skip to sidebar

fozguven

26 Eylül 2015 Cumartesi

SERGİ BLOG



İstanbul'un en güzel gizli galerisi MARQUISE DANCE HALL'da



NICO IHLEIN

 FROG PALACE- KURBAĞA SARAYI







                                                                      I.

Bu seneki İstanbul Bienali biçim/form fikriyle çok ilgili. 'Düşünce biçimleri', dalgalar, Art Nouveau formları gibi çoktandır gözardı edilen, hatta 'dekoratif' ilan edilmiş biçim arayışlarını konu edinmeye girişiyor. Tam bu sırada sen Marquise Dance Hall'da dört iş/parça gösterdiğin bir sergi açtın; 'Frog Palace/ Kurbağa Sarayı' Senin biçimden anladığım ne?  

Benim biçimden anladığım daha çok gestalt ve aura'nın alanına giriyor. Şeylere bakıyorum ve onları hissediyorum, bir algılama ya da deşifre, ya da doğrusu kendi öznel ilgi, angajman, duygusal bağlantı ve kopuş düzlemlerime tercüme etmek. Çoğu kere beğendiğim şeyleri sevmiyorum ya da tersi.

Değişik formlar arasında ayırım gözetiyor musun?

Dışsal form ve yukarıda sözünü ettiğim arasında bir ayırım var ama çoğunlukla bunları birbirinden ayırmak zor. Galiba benim için seramik diye bir form/ kategori var, bir de kap formu var. Vazo bununla akraba, tek ya da birkaç açıklığı olan bir gövde bu. Bu tabii insan bedeninin de bir sembolü ve farkına varıyorum ki mağaranın da.

Eskizleme ve seramik işi oluşturma sırasında renk ve şekil terimleriyle düşünüyorum. Kap/ mağara içine gömülü olduğum bir şebeke, bana yapışık fakat her zaman da farkında değilim. Ama ne olduklarını bilmeyen dolayısıyla da kendilerinin farkında olmayan, kör noktaları olan şeyleri seviyorum. 

                                                                  II.

'Biçim/form' ve şekil arasında bir ayrım gözetiyor musun peki? İkisini nasıl bağdaştırıyorsun? Ya da bağdaştırmıyor musun? 'Vazo' formunda ve dört ayrı 'şey' şeklinde işin var bu sergide çünkü.   

Sanmıyorum ayrım gözettiğimi. Çünkü form'u zaten gestalt ve aura ile ilgili bir anlamda kullanıyorum, bunlar da  benim anlayışıma göre şekil'e çok benzeyen ve neredeyse şekil teriminin yerini tutacak ögeler.

   
Gayet güzel bir biçimde kendi kendilerinin farkında olmayan bu kaplar, sergi mekanında keyifli ve mutlu görünüyorlar. Senin bazen/ sık sık/ arasıra onları beğendiğin sonra beğenmediğin oluyor mu, ya da tam tersi?    

Gidip yatağıma yatacak yerde bunları nezleli nezleli etrafta gezdirmek daha çok soyut bir mesaj ya da misyon uğruna çalışmakmış gibi geliyor, onları ortaya çıkararak onlara dünyayı, dünyaya da onları göstermek gibi. Öte yandan kendilerini Maquis'e yerleştirdiğimde , bütün o yerleştirme işini başardıktan sonra, bana sıkıcı ve ağır ve bitmemiş geldiler, onun için de tutup önlerine o motosikleti koyduk.

Bazen de görünüşlerini sevmiyorum çünkü hayal ettiğimden farklı oluyor sonuç. Vazoların pişirilmesi, özellikle sırlama tam br bilinmezlik süreci ve çoğunlukla bir sürü sürpriz oluyor. Biraz filmi tab edilmeye götürmek, sonra gidip fotoğrafları almak gibi birşey. Ortada bana ait bir sürü çirkin ördek yavrusu var, bir sürü de hayalkırıklığı, derken onları gerçekten sevmeye başlıyorum.. Bir 'ucubeler sirki' yönetmek gibi birşey...  


FROG PALACE/ KURBAĞA SARAYI, her Pazar  günü Marquise Dance Hall galerisinde görülebilir.
           (Tom Tom Mahallesi, Kumbaracı Yokuşu No. 14 K: 1 Beyoğlu Istanbul/ Turkey)



Söyleşi: Fatih Özgüven
Fotoğraflar: Fatih Özgüven, Özgür Karabenli

Gönderen fozguven zaman: 09:23 Hiç yorum yok:

20 Eylül 2015 Pazar

BLOG SERGİ

VOLKAN ERAY- DONDURULMUŞ

''Türk filmleri uzun uzun televizyon karşısında zaman geçirdiğim depresif dönemlerimde iyi bir antidepresan oldu.''

İlk online sergimizi Volkan Eray'ın (babstomorrow), Türk filmlerini seyrederken gelişigüzel dondurduğu karelerden oluşan 'Dondurulmuş' fotoğraflarıyla açmak istedim. Volkan Eray'ı Instragram'da keşfettim. Bildiğim-bilmediğim Türk sineması filmlerinden keyfince kareler donduruyordu. Dondurduğu sahneler filmin anlatısının içinden garip biçimde sıyrılıyor, kendilerine ait bir varlık kazanıp resimleşiyorlardı. Sözkonusu filmle ilgili, filmin de, oyuncuların da, yönetmenin de bilmediği birşeyler açığa çıkıyordu bu 'gelişigüzel' müdahalelerden. Gelişigüzel diye birşeyin olmadığını varsayacak, seyredenin gizli bilgisine (sezgisine) güvenecek, 'depresyonu'nu da mahfuz tutacak olursak bu karelerin kompozisyon, konu, niyetlenmemiş mizah, 'tekinsiz' faktörü vb. vb. açısından ne kadar zengin olduğunu görebiliriz. Bu 'dondurulmuşlar'da, filmlerin barındırdıkları ama her zaman açığa çıkarmadıkları hayaletler geziniyor. Eray'ın yüzü aşkın karesinden küçük bir sergi dolduracak kadar seçtik. Daha da aşağıda, bu bloga sık sık konuk olacak Selim Eyüboğlu'nun konuyla ilgili bir de yazısını bulacaksanız.







Türk sinemasından tesadüfen seçilmiş film karelerini bir arada görmek bir dizi çağrışım yaratıyor: Rene Clair’in ‘Paris Qui Dort/ Uyuyan Paris’ adlı sessiz filminde bir grup kaşif Paris'e uçakla indiklerinde herşeyi 'durakalmış' bulurlar. Çılgın bir bilim adamı özel bir ışınla dondurunca arabalar cadde ortasında kalakalıyor, hatta intihar etmeye kalkışan bir adam yerçekimine meydan okurcasına havada asılı duruyor. İlk başta bu durumla çok eğlenen, ancak bir süre sonra sıkılan bu grubun dikkatini bir dizi ayrıntı çekiyor: donma anları her zaman sıradan hayatın akışı içinde gözden kolaylıkla kaçan  suç unsurlarını görünür hale getiriyorlar. Kaşiflerden biri, sevgilisini başka biriyle aldatma anında hereketsiz kalakalıyor, bir hırsız başkasının çebinden cüzdanını çalarken donuyor.
Filmlerin ‘dondurulan’ kareleri de benzer bir durum ortaya koyuyor. Bu kareler filmlerin öyküsel anlatımının içinde bir nevi zapturapta alınmış, sesleri kesilmiş olan bir anlatı parçacığının bağımsızlığına kavuşup kendi adına konuşabilmesi gibi bir duygu yaratıyorlar. 

Volkan Eray’ın ‘Dondurulmuş’ karelerine baktığımızda ise – ki bunlar rasgele filmlerden seçilmiş rasgele kareler - bir anlamda ‘found object/ bulunmuş nesne‘ gibi, kendi adına konuşabilecek, konuşabilen mise-en-scène’lerle karşı karşıya kalıyoruz. Rasgele seçme süreci kareleri seçerken de devam ediyor, bazıları diğerlerini gölgede bırakıyor. Sözgelimi Banu Alkan’ın kısmen çıplak teni üzerinde mavi iskambil kağıtlarını bastırcasına tutarken kıpkırmızı ruj sürülmüş dudaklarından sigara dumanlarının yukarı doğru süzülüşü, strip poker, metreslik, hatta Banu Alkan ekran personasını borçlu olduğumuz kadrajda görülmeyen başka herşeyi akla getiriyor. Ahu Tuğba‘nın erkekler hamamı gibi bir mekanda peştemalini teşhir edercesine açan bir adamın penisine bakarken ki hali ise yüzyıldır neredeyse taşa kazınmış sinema kurallarını ihlal ediyor. Ancak Ahu Tuğba’nın bu bakış anı kaideden çok istisnai bir durumun; sinemanın bilinçdışının su yüzüne çıkışının da anı. 
Tıpkı 'Paris Qui Dort' filmindek hayatın donuşu gibi, durdurulan kareler belki de gereğinden fazla yorumlamaya sebebiyet veren ama bu yorumlamaya da çanak tutan; bir bakıma alelade, ancak diğer yandan da her zaman röntgenciliği kışkırtan paradoksal bir yere sahip.
Anne Friedberg ‘Window Shopping/ Vitrin Bakma’ adlı kitabında ‘Paris Qui Dort’u Walter Benjamin’in ‘fotoğrafın optik bilinçdışı’ kavramı üzerinden okuyor: Tıpkı Paris Quit Dort’daki donma anlarında olduğu gibi, fotografın da kolaylıkla gözden kaçabilen ancak gerek kadraj, gerek bakış açısı, gerekse enstantane olarak yakalanan; yakalandığında da tüm tekinsizliğiyle burnumuzun dibinde olup biten birçok şeyi farklı bir gözle görmemizi sağlayan bir özelliği war Walter Benjamin’e göre.





Gönderen fozguven zaman: 12:15 1 yorum:

16 Eylül 2015 Çarşamba

NEDİR?

PETER BOGDANOVICH (on writing on film) : ' THE BEST I'VE EVER BEEN ABLE TO DO - AND USUALLY NOT AT ALL AS WELL I'D HOPED- HAS BEEN TO TRY TO PASS ON MY PASSIONS AND ENTHUSIASMS WITH SOME SEMBLANCE OF INTELLIGENCE ' //// PETER BOGDANOVICH (filmler hakkında yazmak üzerine): ' ELİMDEN GELENİN EN İYİSİ -HER ZAMAN DA İSTEDİĞİM KADAR İYİ OLMADI- TUTKULARIMI VE COŞKULARIMI BİR PARÇA ZEKA KIRINTISI İLE BAŞKALARINA İLETMEYE ÇALIŞMAK OLDU.'
BU HAFTA ÖNCE SİNEMA YAZARLIĞI, SONRA DA YÖNETMENLİK YAPMIŞ PETER BOGDANOVICH'İN UZUN BİR ARADAN SONRA ÇEKTİĞİ 'SHE'S FUNNY THAT WAY/İlişki Durumu: Kaçamak' VAR.  
Gönderen fozguven zaman: 15:23 Hiç yorum yok:

NEDİR?

'DAYANILMAZ BİR FİLM İHTİYACIYLA KENDİNİ SOKAKLARA ATTI...' THOMAS DİSCH (THE ASIAN SHORE/ ANADOLU YAKASI)
Gönderen fozguven zaman: 14:26 Hiç yorum yok:

9 Eylül 2015 Çarşamba


Gönderen fozguven zaman: 06:21 1 yorum:
Daha Yeni Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

İzleyiciler

Blog Arşivi

  • ▼  2015 (10)
    • ►  Ekim (5)
    • ▼  Eylül (5)
      • SERGİ BLOG İstanbul'un en güzel gizli galerisi...
      • BLOG SERGİ VOLKAN ERAY- DONDURULMUŞ ''Türk film...
      • NEDİR?
      • NEDİR?

Hakkımda

Fotoğrafım
fozguven
Profilimin tamamını görüntüle